MİRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL
FOTOĞRAFLAR: OZAN GÜZELCE
FOTOĞRAFLAR: OZAN GÜZELCE
Biraz hasbıhal edelim diye yanına sokulduğumuz hiç kimse eğlenceye gitmiyor nedense! Tıpkı memlekette herkesin belgesel seyrettiğini söylemesi gibiÖ “İş için gidiyorum” cümlesi var dillerde. Günlerden cuma, saat 21.00, iş... Peki.
Orada herkes özgür
Eğitim müfettişi Kadri Özşahin’in gerekçesi daha “içerden”: “Ben halamın kızını kaçırıp evlendim, ona saygımdan gitmem!”
Kadri Bey doğma büyüme Hopalı. Buraların yıllar içinde nasıl değiştiğini iyi biliyor:
“Ben ortaokulu, liseyi Hopa’da okudum. Bir hata yapınca ‘Evladım sen kimin oğlusun?’ derlerdi. 1989’da sınır açılınca Hopa’ya öyle bir insan profili geldi ki, alt üst olduk.”
1970’lerde buradakiler eğlenceye İstanbul’a giderlerken öyle bir zaman gelmiş ki, İstanbul’dakiler Hopa’ya “alem”e gelmeye başlamışlar. “Şimdi o hayatı Batum’a taşıdılar” diyor Kadri Bey, “Özeti budur.”
Niye?
“Bu bölgede eşini dinlemeyen erkek yoktur” diyor bıyık altından gülerek, “Burada herkes birbirini tanır. Kendiliğinden kontrol vardır. Ama orada herkes özgür, kimse kimseyi tanımaz”.
Biz sohbet ederken sıra ilerliyor. “Form alın” diyor Fuat. Kimlik gösterip giriş çıkış formu alıyoruz, 1 TL’ye.
Bunu kime göstereceğiz Fuat? Ağır Laz aksanıyla cevap vermeye koyuluyor: “Önce bizimçilare vereceğuz, sonra Gürcü’ye, sonra yine Gürcü’ye vereceğuz, sonra yine...” “Tamam Fuat, al bu formları, sende kalsın”.
Gonio’ya düştüysen yandın
Gürcistan ’a giriş tam da böyle oluyor. Kimlik, form göster, polisin elindeki bilgisayar kamerasına gülümse. Bizim taraf tamam. Aynı şey bir daha ve “Batum’a hoş geldiniz!”
Yaya giriyorsanız kısıtlama yok, araçlar ancak ayda dört kez girebiliyor. O da benzin yüzünden. Çünkü Batum’da benzinin litresi 2.25 Lari (yaklaşık 2.90 TL) ve herkes benzinini buradan alıyor. Hopa’daki ve Kemalpaşa’daki iki benzin istasyonu da bu yüzden iflas bayrağını çekmiş! Sınırdan Batum’un merkezine uzaklık 20 kilometre. Yaya girersem ortada kalırım sanmayın, tam girişte minibüsler ve taksiler bekliyor sizi. Yolda Fuat Batum’a yeni gelenlerin düştüğü tuzağı anlatıyor bize. Şehir merkezine gelmeden Gonio diye bir yerden geçiyorsunuz. Burası pek “nezih” bir mahalle sayılmaz; üçüncü sınıf pavyonlar, randevu evleri, moteller... Loş ışığı gören “Batum’a geldim” diye atıyormuş kendini buraya. Fuat’ın söylediğine göre bu bölgede 1500 hayat kadını çalışıyormuş.
Gonio’da duraklamadan doğrudan merkeze gidiyoruz. Burada iki ayrı hayat var. Biri tamamen turistik; her bina “janjanlı”. Havaalanı kontrol kulesinden tutun da devlet dairesine kadar!
Diğeri ise dökülen toplu konutlar, barakaya benzeyen evler, yoksulluğun ve yoksunluğun hemen kendini gösterdiği sokaklar...
Batum, Sovyet mirası geniş meydanlarından ve caddelerinden hemen sezilen; kapitalizme kendini tamamen teslim ettiği de birinci saniyede anlaşılan bir şehir. Dört bir yan inşaat, her birinin kapısından ünlü bir otel zincirinin adı yazıyor.
Kumarhanelerde hakim dil Türkçe. Tüm çalışanlar iş görecek kadar Türkçe konuşabiliyor.
Hakim dil Türkçe
Şu anda Türkiye’den gelenler için en revaçta olan yerler Sheraton, Radisson ve Intourist otelleri. Ki bu otellerin çoğu Türk işadamlarına ait. İlk durağımız Sheraton Peace Casino. Kapıda Gürcü aksanlı bir Türkçeyle karşılaşıyoruz: “Merhaba, ilk kez geliyorsunuz?” Evet, ilk kez... Yine kimlik gösterme ve kameraya gülümseme seansı yaşıyoruz. Giriş ücreti yok. Kamera, fotoğraf makinesi yasak!
Herhangi bir beş yıldızlı otel kumarhanesi gibi; rulet, blackjack, poker masaları ve slot makineleri...
Şöyle bir bakınca anlıyoruz ki içerideki herkes Türkiye’den gelmiş. Zaten Gürcü krupiyeler ve garsonlar dahil, hakim dil Türkçe. Hemen bir tepsi uzanıyor burnuma, içki dolu. Yemek, içmek bedava. Cebinizde 10 dolar da olsa, burada bir gece geçer rahatlıkla.
Karı koca gelenler de var, yalnız gelen erkekler de. Rizeli gemici Hasan Bey her hafta geldiğini anlatıyor. Ama büyük paralarla oynamıyor, “eğlencesine”.
Aşk uğruna kumar
Asıl dert bir başkasında. Rulet masasına yapışmış, neredeyse her numaraya marka koyan birinde. Trabzonlu, adını söylemiyor. “Şu an 2 bin TL içerdeyim” diyor fısıldayarak. Ama derdi paradan büyük. Bu kumarhanede çalışan bir kıza aşık olmuş, onun uğruna her hafta geliyormuş. “Bazen bin TL kazanıyor, bazen 3 bin TL kaybediyorum”.
Tam bu sırada hikayenin kahramanı güzeller güzeli bir kız geliyor masaya. Bizimki elini tutuyor kızın, “Yaktın beni” diyor. Kıkırdıyor adının Nura olduğunu öğrendiğim kız.
Sheraton’dan çıkıp Radisson’a giriyoruz. Görüntü benzer: Tepsilerde viskiler, rakılar, elma dilimleri, kenarda açık büfe...
Kumarhane yetkilisi olduğu takım elbisesinden belli olan birinin telefonda ettiği şu cümle kalıyor bana Radisson’dan: “175 bin kaybetti, hala devam ediyor”. O 175 binin hangi para birimi olduğunu sormaya yüreğim elvermiyor.
Kahvenin lüks hali
Ertesi akşam yine dökülüyoruz yollara. Sınırda cumartesi bir başka. Bu kez bir buçuk saatte ancak geçiyoruz. Bu kez durağımız SSCB zamanından kalan Intourist Oteli. Bir başka ülkede olduğumuza bin şahit gerek. Lobideki televizyonda Show TV açık, ‘Eve Düşen Yıldırım’ izleniyor. Kumarhanedeki ekranda ise Star açık. Bayern Münih-Chelsea Şampiyonlar Ligi finali oynuyorlar.
Ola ki gelenler yabancılık çekmesin diye meyve suları Dimes, biralar Efes, peçeteler Selpak, kahveler Kurukahveci Mehmet Efendi. Rakı kısmına hiç girmeyeyim.
Zaten kapalı yerlerde sigara serbest; içerideki ortam herhangi bir kahvehanenin bir tık lüksü, içkilisi görünümünde.
Elde iskambil, ağızda sigara, rakı yanı ince belli bardakta çaylar ve servis yapan uzun bacaklı, akça pakça kızlar.
Maç, son dakikalarında hareketlenince ekrana yaklaşıyorum. Arkamdan bir ses: “Ha bu ne maçidur da?”
Maç bitince aşağıya, Intourist’in diskosuna iniyoruz. Adı Discorium; giriş kadınlara bedava, erkeklere 10 lari.
Diskoda Serdar Ortaç
İçerideki görüntüyü özetlersek: Kırmızı ışık altında masalar; ortada koca bir pist, barda bekleşen devasa topuklu genç kızlar ve kenarda onları süzen erkek grupları. Ve tamamen “dım tıs” müzik.
Saat sabahın 2’si ama henüz ortam ısınmamış. Üzerinde “rezerve” notu olan masaların yarısı boş. Zaman geçtikçe masalar doluyor; “şişede durduğu gibi durmadığını” hatırlatan dans figürleri başlıyor. Tam çıkarken hoparlörlerden bangır bangır tanıdık bir ses geliyor: “Kafamda deli sorular / Kolayca sevemiyorum”. Tabii ki Serdar Ortaç!
Etrafıma bakınca Hopalı Selçuk’un söyledikleri geliyor aklıma: “Gençler hadi neyse de, en çok yaşlı adamlar çarpıldı burada. Emekli maaşlarını kızlara kaptırdılar. Zaten kızlar kimin maaşı ne zaman ödenir bilir, ona göre ararlar. Bizim orada bir amca var, kızlara ’40 yıl önce neredeydiniz?’ deyip duruyor”.
40 yıl önce onlar çok başka bir hayat yaşıyorlardı, bugün çok başka. Ama Batum’un hali gösteriyor ki 5 yıl sonra daha da değişecek buralar.
Herkesin ortak görüşü, “Türkleri sevmiyorlar, 2 seneye kalmaz vize koyarlar”. Bunda bu topraklarda sık görülen “Bizimle kalkınır sonra bizi tanımazlar” ruh hali de var elbet. Ama Selçuk’un söylediği de yalan değil: “Hem kaba davranıyoruz onlara, hem de kadınlarına başka gözle bakıyoruz. Niye sevsinler bizi?”
Batum’daki lüks otellerin önlerinde park halindeki otomobillerin çoğunun plakası 53, 61, 08’le başlıyor.
Hopa’nın havaalanı başka bir ülkede!
THY’nin uçuşu bir miktar tuhaf. Batum-Hopa uçuşu olarak geçiyor, Artvin’e gitmek için de aynı hattı kullanıyorsunuz. İstanbul’dan Dış Hatlar’dan ama pasaportla değil nüfus cüzdanıyla geçtik. İnişimiz Batum Havaalanı’naydı. Pasaport kuyruğunu pas geçip üzerinde “Hopa Yolcuları Bekleme Salonu” yazan kapıdan girdik. Dışarıda bizi bekleyen Havaş otobüsüne doğru meyletmiştik ki biri Türkçe bağırdı: “İçeri girin!” Sebep? “Sayacaklar sizi”. Efendim? “Otobüse sayıyla alınacaksınız”. Sizi bize sayıyla verdiler diyor yani.
Bu işlem bittikten sonra otobüse yerleştik ve resmi olarak giriş yapmadığımız bir ülkenin yollarında seyahate başladık.
Sarp sınır kapısına giden yol yemyeşil; incir ağaçları, asmalar, çamlar... Kiril alfabesiyle yazılı tabelaların arasından birden Türkçe “Hemşinlilerin Yeri” beliriyor, o bitiyor “Döviz TL” yazıları başlıyor.
Cepten kontrolü
HAVAŞ, sınır kapısından hiç duraklamadan geçiyor. Öyle ya, biz Gürcistan’a girmedik ki işlem yapalım. Türkiye tarafına gelince otobüse bir polis biniyor, kimlik kontrolüne başlıyor. Yöntem şu: Kimliğimizi alıyor, kulağıyla omzu arasına sıkıştırdığı cep telefonuna vatandaşlık numaramızı söylüyor, karşı taraftan onay alıyor.
Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuktan sonra üzerinde Batum Hopa Terminali yazan, adı terminal kendi otobüs durağı bir yere varıyoruz.
Dönüş iyiden iyiye tuhaf. THY’nin sitesinde uçuş saati Batum uçuşuna bakarsanız 17.00, Hopa uçuşuna bakarsanız 14.00 görünüyor. İkisi aynı uçuş, aradaki saat farkı da bir; e geri kalan iki saat nereye gitti?
Meğerse 14.00 Hopa’dan kalkan otobüsün saati, 17.00 ise uçağın. Bizim kafamız epey karıştı, sizinki karışmasın.
Kaynak: Milliyet